top of page
Ahmet Ömer Yalçın Photography

Ormanın Derinliklerinde
Kiruna'da ilk defa kuzey ışıklarını gördüğüm gecenin birkaç gün sonrasında Lofoten Adaları'nın en kuzeyindeki Andenes şehrine varmıştım. Yolculuğumun bu bölümü yaptığım bir balina safarisi, askeri üsse gidip Norveç ordusundan yardım isteyişim ve kuzey kutup dairesinin kuzeyindeki, hayatımdaki en zor yürüyüşün dahil olduğu anılarımı içeriyor...
Andenes şehrine balina safarisi için gitmiştim. Safari öncesi balina müzesi gezisinin ardından tekneye binmeden önce deniz tutmasını önleyici hap veriliyor herkese, önceki sene de Andenes'te balina safarisine katılmıştım ve hap kullanmamam sorun olmamıştı, o sene de kullanmadım. Tabi ki beni uyutup organlarımı almak için düzenlenmiş bir organizasyon değildi, belki izlediğim bazı sahneleri kamu spotu gibi olan yeşilçam filmleriyle de bir bağlantısı olabilir, bilmiyorum. Ama o sefer, midemin tepkisi beklediğim gibi olmadı.
Yolculuğa başladık. Denizde büyük dalgalar vardı, midemde yarattıkları etkilerini yavaş yavaş hissetmeye başlamıştım. Görevliye bunu söylediğimde bana teknenin arka kısmına gidip denize bakarak olumlu şeyler düşünmemi önerdi. Teknenin arkasına gittim ve olumlu şeyler düşünmeye çalıştım, olmadı. Vaktimi içerideki odada "sick bag" denilen bir kese kağıdıyla geçirmekten başka çarem kalmamıştı. Dışarıdan "WHALEEE!" diye bağırdıklarında çıkıp balina fotoğrafları çekiyor, sonra balina suya dalınca tekrar içeri girip kaldığım yerden devam ediyordum. Her balina görüldüğünde bu şekilde gidip geldim, pek eğlenceli değildi, hiç atlayıp havada takla atını falan da olmadı. Balinalar denize dalmadan önce kayboluyorlar sonra kuyrukları görünüyor, kuyruklarından türleri anlaşılıyor. Sırtlarını ve kuyruklarını çekebildim ancak.
Yorucu bir safarinin ardından, daha da yorulacağımdan habersiz, Tromso'ya ulaşmak için plan yapmaya başladım. Bilet alma işini safari sonrasına bırakmıştım çünkü önceki sene koltukların çoğunun boş olduğu pervaneli bir uçakla Andenes'ten Tromso'ya gidebilmiştim, bu benim biraz rehavete kapılmama neden oldu, en kötü ihtimalle otobüsle giderim diye düşünmüştüm. Uçak bileti almak için websitesine Tromso'ya olan bütün uçuşlar dolu olduğunu gördüm. Sonra otobüs seferlerine baktım ama safari uzun sürmüştü, o saatte bir sefer kalmamıştı, ancak sonraki gün gidebilirdim... Ama planımı bozmak istemiyordum, 2 gün sonrasında da Svalbard Adası'na uçuşum vardı, riske girebilirdi. Ardından araba kiralamayı düşünüp havaalanının yanındaki araç kiralama yerine gittim ama kapalıydı. Son çare olarak Norveç'in bir çok yerine giden Hurtrigruten gemileri Andenes'ten Tromso'ya gidiyor mu diye baktım, gidemiyordu. Ancak bulunduğum yerin 50 kilometre güneyindeki Risoyhamn'dan Tromso'ya bir gemi vardı. Gece 4:15'te kalkıyordu.
Navigasyona bakarak düşündüm, düşündüm ve Risoyhamn'a gitmek için ana yola ulaşıp otostop çekmeye karar verdim. Kiruna'dayken zifiri karanlık olmasına rağmen ilk otostop çektiğim araba durmuştu ve bir genç beni otele kadar bırakmıştı, Rovaniemi'deyken otostop çekmemiş olmama rağmen bavulumla yol kenarında ilerlediğimi gören bir abla durup beni gideceğim otele kadar bırakmıştı. "İsveçli ve Finlandiyalılardan gördüğüm bu yardımseverliği Norveçlilerden niye görmeyeyim?" diye düşündüm. İçimdeki planımdan sapmama arzusu "İlki durmasa, ikincisi ya da üçüncüsü durur..." diyerek beni ikna etti.
Karar vermiştim, otostop çekecektim ama öncelikle anayola kadar gitmemin bir yolunu bulmam gerekiyordu. Aklıma önceki sene uçağa binmeden hemen önce fotoğraf çekmek üzereyken bir hostesin bana kibarca, orada askeri üs olduğu için fotoğraf çekilmesinin yasak olduğunu söylediği an geldi. Bunu hatırlayınca kafamda biraz çılgınca bir plan oluştu. Norveç askeri üssüne gidip onlardan yardım isteyecektim. Bir şey kaybetmezdim... Büyük bir meşguliyetleri yoktur diye de düşündüm ve NATO müttefikimiz sonuçta :)
Norveç askeri üssüne doğru sırtımda kamera çantam, sürüklediğim tekerlekli bavulumla birlikte ilerlemeye başladım... Üssün girişindeki bir odaya girdiğimde askerler şaşkın bir şekilde bana bakıyorlardı. Onlara kısaca durumu anlattıktan sonra komutanlarını çağırdılar, komutanlarına da sonraki gün Tromso'da olmam gerektiğini ama beni oradan Tromso'ya ulaştıracak bir araç bulamadığımı, en azından ana yola kadar bırakırlarsa oradan otostop çekmeyi deneyeceğimi söyledim.
Komutan beni dinledikten sonra odadaki 3 askere bu önemli(benim için) operasyon için görev paylaşımı yaptı, her biri farklı ulaşım araçlarına bakmaya başladı ve ardından komutanlarına rapor verdiler. Ben zaten biliyordum sonucunu, bu şekilde çözüm bulamadılar. Belki bu yardımcı olamama hissi komutanı bana yardım etmesi için daha da teşvik etmiş olabilir, sonuçta bir komutan zor durumlarda çözüm bulabilmeli!.. Askerlerin raporunun ardından, uzun süre navigasyondan baktığım için ezberlediğim haritayı önüme serdi ve "biz şuan buradayız" dedi, sonra ana yolu gösterip "ana yol burası" dedi. Counter-Strike isimli oyunda arkadaşlarımla taktik çalıştığımız anlar geldi aklıma. Sağ olsun 2 askeri görevlendirerek bana birkaç km uzaklıktaki ana yola kadar yardımcı olabileceklerini söyledi. Başarılı bir komutan izlenimi oluştu bende.
Askerlerle araca bindik ve sohbet ederek ilerlemeye başladık. Ana yola kadarki birkaç km için yardım edeceklerini söylemişti komutanları ama askerler 35 kilometrelik bir yardımda bulundular. Sayelerinde Risoyhamn'a sadece 15 kilometre yolum kalmıştı. Buna rağmen daha fazla devam edemeyeceklerini söyleyip özür dilediler ve Norveçlilerin ne kadar yardımsever olduklarından bahsetmemi istediler. O askerler ve komutanları çok yardım severdi. Okumazlar ama tekrardan teşekkür ediyorum hepsine.
15 kilometre 50 kilometrenin yanında küçük gözükse de aslında çok uzun bir yoldu. Sırt çantam, sürüklediğim bavulum, havaların soğumaya başladığı sonbahar ayında kuzey kutup dairesinin kuzeyinde bir yerde olmak, deniz yolculuğu sebebiyle oluşan bitkinliğim de eklenince yürümesi zordu ve daha da zorlaşacaktı.
Hava karardı, karardı ve neredeyse zifiri karanlık oldu. Arada bir gördüğüm sokak lambaları dışında sadece ay ışığı vardı, onun da önüne bazen bulutlar geçiyordu. Kafa fenerimi her zaman kullanmıyordum. Arada bir çiseleyen yağmur sorun değildi ama bir süre sonra sağanak yağmur başladı. Otostop çektiğimde durmayan araçlar yanımdan geçerken üzerime su sıçratmayı da ihmal etmiyorlardı ama zaten yeterince ıslak olduğumdan çok sorun değildi.
"Daha kötüsü ne olabilir ki?" diye düşünmüştüm. Sonra karanlıkta göremediğim derin bir su birikintisinin üzerinden geçtim, tam bunu fark edip olayın etkisini yaşarken tekerlekli bavulum da oradan geçti. Çoraplarım ve bavulumun içindekiler iyice sırılsıklam olmuştu artık.
Çoraplarımın ıslanmış olması rahatsız etse de sonra durumu kabullendim, hedefe ulaşmaya kilitlenmiştim. Bir süre sonra da sıkılmaya başladım. 1, 2 defa durup facebook üzerinden konumumu attım ve hiç bir şey görmediğim bir ortamda hemen yanımdan gelen koyun melemesi sesi gibi tecrübelerimi paylaştım. İnsan yolculukları boyunca yalnız olunca bazen böyle saçma şeyler yapabiliyor. Sıcak evinde oturmakta olan bir arkadaşım "koyun varsa kurt da vardır!" , "adımlarını sıklaştır" gibi yorumlarla bana oturduğu yerden yaptığı hayat kurtarıcı(!) uyarılarla eşlik etmeye çalışıyordu. Onun için eğlence olmuştu bu durumum.
Şarjım bitmek üzereydi ve ellerim üşüyordu, bu yüzden telefonla çok oyalanmadan yürümeye devam ettim ta ki içimden bir ses "acaba kuzey ışığı fotoğrafı çekebilir miyim?" diyene kadar. Zaten görülmesi kolay olmayan kuzey ışıklarını kapalı havada görmek daha zordu ama belki bulutların arasındaki açıklıktan bir kuzey ışığı görebilirim diye düşündüm. Sonra o durumuma rağmen tripodu kurup fotoğraf çektim, fotoğrafa baktığımda gördüğüm şey, bulutların arkasındaki aralıktan gözüken bir kuzey ışığıydı... Çok ilginç ama sonraki yolculuklarda da hep istediğim kuzey ışıklarını gördüm. Çektiğim fotoğraf iyi olmadı, kamera hareket etmişti, yine de ekledim fotoğrafların arasına. Kuzey Işığı görünce sanki o bir canlıymışcasına Kiruna'da ilk gördüğüm zamanda olduğu gibi yalnızlığımı aldı ve iyi hissettirdi, bir miktar yenilenmiş gibiydim ama zorlu şartlara, ilerleyen süreçte tuvalet ihtiyacı(karanlık ve pek bilmediğim bir ortamdı...), açlık, susuzluk ve daha fazla yorgunluk da eklenmeye başladı... Bir UFO görsem beni Risoyhamn'a kadar bırakmasına zorlayacak durumdaydım. Bunun hayalini kurmak o yürüyüşümde aklıma gelen tuhaf şeylerden biriydi.
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm ve Risoyhamn'a kalan mesafeleri gösteren tabelaları görmeye başladım. Tabelalar görüldükçe moral veriyor, motivasyonumu arttırıyordu...
Ve saatler sonra Risoyhamn'a ulaştım...
Terminale doğru yürürken orada sıcak bir alanda kurulanıp dinlenebileceğimi hayal ediyordum. Sonunda terminale vardığımda kapalıydı. Saat gece 2 civarıydı, geminin gelmesine 2 saat daha vardı...
İlk işim bavulu açıp ıslak olmayan birşeyler aramak oldu ama ellerimin çok üşüyor olması sebebiyle dokunarak anlaşılmadığı için neyin ıslak olup olmadığını bilemiyordum. Bu yüzden giysilerimin ıslaklık durumunu onları yanaklarıma sürerek anlamaya başladım. Az ıslanmış bir çift çorap bulup sevindim... Bir t-shirtle kurulandıktan sonra, az ıslanmış çorabım ile az ıslanmış ayakkabımı giydim. Bu beni aşırı mutlu etmişti...
Sonra dinlenmek için bavulumun üzerine oturdum ama birkaç dakika içinde çok üşümeye başladım. 15 kilometrelik zorlu yolculuğun üzerine 2 saat daha yürümeye devam etmek zorundaydım. Yaklaşık 1 saat kadar volta attıktan sonra bir araba yanaştı, içinde yaşlı bir çift vardı ve arabanın içinde ısınarak gemiyi bekliyorlardı... Benim üşüdüğümü fark edip davet etmelerini umuyordum ama hiç umursamadılar. Ben orada donarak ölsem dahi umurlarında olmazdı belki.
Sonunda "gemi saat kaçta geliyor?" sorusunu bahane ederek iletişim kurma niyetiyle yanlarına gittim. Biraz tedirgin bir şekilde bana bakıyorlardı. İngilizceleri iyi olmadığı için soruyu "saat kaç?" olarak anlayıp saati söylediler ama asıl sorun ne anladıkları değildi. Sohbet başlatıp beni davet etmelerini planlamıştım... Davet etmediklerinde de gurur yaptım ve beni arabaya almalarını rica etmedim. Saati söylemesinin ardından teşekkür ettim ve sinirli bir şekilde uzaklaşıp volta atmaya kaldığım yerden devam ettim.
Geminin gelmesine 15 dakika kala aşırı üşümüş olmamdan dolayı dişlerim birbirlerine vuruyordu artık. Sonunda terminal görevlisi gelebildi ve kapıyı açtı. 2 odalı küçük bir terminaldi, sadece görevlinin odasında ısıtıcı vardı. Hiç soru falan sormadan, odasına girdim ve üşüdüğümü söyleyerek ısıtıcının yanına gittim direkt, o da "tabi gelebilirsin..." demekteydi o sırada. Gemi gelene kadar ısınmaya başladım.
Sonunda gemi gelmişti... Gemiye girdim ve kantine uğrayıp bir şeyler aldım. Kantindeki kadın hayalet görmüş gibi bakıyordu bana. Tavırlarım, konuşmam da duygusuzdu. İstediklerimi aldıktan sonra bana aynı şekilde bakmaya devam ederek "Bir şeye ihtiyacın var mı?" diye sordu. "Ne gibi?" dedim. "Kalman için ya da başka bir ihtiyacın olursa sana yardımcı olabilirim, kamara bulabilirim" dedi. Teşekkür edip gerek olmadığını söyledim, koltuk yeterliydi benim için.
Sonra tuvaletteyken aynanın karşısına geçince neden o şekilde bana niye o şekilde bakıldığını fark ettim, sanki ruhum çekilmiş gibiydi... Bir koltuğa oturup kantinden aldıklarımı yedim, telefonumun şarjlı kılıfını prize taktım ve sırt çantamı yastık gibi kullanarak koltuğa uzanıp uyumaya başladım.
Sesler gelmeye başladı. Gözlerimi açtım ve gördüm ki sabah olmuş ve etrafımda bir sürü yaşlı insan var. Demek ki çok derin uyumuşum, gürültüleri beni uyandırmaya yetmemiş... Doğrulmaya başladım, bazıları bana bakıp gözlerini kaçırıyorlardı. Önce, koltukta uyumamı tuhaf bulmuş olabilirler diye düşündüm ama sonra, gemide 20'li yaşların başlarında birini görmüş olmalarının tuhaf olduğunu anladım.
Birden bire "... tanrısı geminin balkonunda" gibi bir anons geldi, uyku sersemi anlamadım tam olarak ne olduğunu. Gidip bakayım dedim kim gelmiş diye. Gördüm ki, büyük bir sıra oluşmuş ve sakallı, mavi pelerinli, mızraklı bir adam teker teker sıradakilerin sırtlarıyla giysileri arasına buzlar döküyor ve o kişiler de buna mutluluk ile rahatsız olma karışımı tepkiler veriyorlar. Sıradakilerin en gençleri 60 yaşlarında olabilirdi. Ben de onların dikkatini çekmiştim, nereye baksam göz göze geliyordum birileriyle. Norveçliler gemi yolculukları için yaşlanmayı mı bekliyor bilmiyorum ama özellikle Hurtigruten gemilerinde gemi çalışanları dışında genç birilerine rastlamak pek mümkün değil. Yaklaşık 2 hafta sonrasında da yine öyle bir gemide 3 gün geçirmiştim.
Gemide geçen saatlerin ardından her şeye rağmen planladığım günde Tromso'ya ulaşabildim. Terminalin karşısında önceki senelerden bildiğim bir pizzacı vardı, gemide aç beklemiştim orada yemek için. Orada karnımı doyurmamın ardından otobüse binerek otele gittim. Odaya girdim, uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından yatağa uzandım. O an... Ne kadar güzel geldi anlatamam. Akşama kadar uyuduktan sonra kamera ile tripodumu alıp Kuzey Işığı avına çıktım.
bottom of page